Saturday, October 13, 2012

Karincalar


Bugun eve giren karincalara hunharca davrandim. Eve girip masada biraktigim kuruyemislere dadandiklarini gorunce suru halinde, sinirlerim tepeme cikti. Hayatimda bu kadar sey ters giderken birde onlarla mi ugrasacaktim. Once ellerimle ezdim onlari sonra kacarken ayaklarimla. Isirmaya calistilar, daha da kizdim onlara, ama onlar olurken bile isiriyormaya calisiyorlardi.

Sonra birden duydum o sesi karincalardan yukselen ince tiz bir ciglik gibi, yapma bize eziyet etme dediler bize eziyet etme.
Durdum, aglamaya basladim onlar yuvalarina dogru kacisirlarken.

O gun bugundur kendimde degilim geri gelsinler istiyorum arkadas olalim arkadas olsunlar bana ama gelmediler bir daha kusup gittiler, sanki  bize eziyet etmiyecektin der gibi.

Thursday, January 28, 2010

KALP ATISI DIT DIT. DIT DIT Degisen dunya emekciler DIT DIT DIT DIT emek firsat esitligi sol sag hak DIIIIIIIIIIIIIIIIITTTT HASTAYI KAYBETTIK.

Bugunlerde bir grev var Dunya nin bir yerinde bir ulkesinin bir sokaginin bir caddesinde. O konuya girmeyecegim bu kadar israr ediyorlarsa haklidirlar elbet haklarini verin, coluk cocuklari ile birlikte mutlu yasasinlar. Cunku mutluluk aslinda herkezin hakki.

Ben baska birseyden bahsetmek istiyorum, yuz yil oncesinin bilmedigi, birakin bilmeyi hayal bile edemedigi bir yerde dunya. ve dogal olarak da temeli eskiye dayanna goruslerin buyuk bir kismi artik gecerliligini kaybetmis durumda.
Solculuk sagcilik ulusculuk hala ne anlama geldigini tam olarak bilmedigim marksizm. (gecen sene tiyatroya gidip izlemek istemistim marx ile alakali bir oyunu ama kapisindan kovulmustan beter olmustum gise gorevlisi tarafindan) Tarih derslerinde falan okutulsa ne guzel olurdu aslinda.

Sinifsal temele dayanan butun gorusler artik yok olmak zorunda, ulusal, milletsel, dinsel kavramlara dayanan gorusler etkisini yitirmek durumunda. Cunku dunyayi saran internet aglari siniflari yok ederek ilerliyor.

Nedenine gelince sinifsal farkliligin en temelinde firsat esitsizligi yatmaktadir, aileden belli bir sosyo ekonomik birikimle gelen bireyler bundan onceki yuzyillarda bu geleneklerini devam ettirebilmisler ve icinde bulunduklari siniflari koruyabilmislerdi. Simdi ise internet sayesinde herkez ayni kaynaktan besleniyor. Ayni arkadaslik sitelerine uye oluyor. Ayni videolari izliyor, ayni seylere guluyorlar.

En onemlisi cok degil bundan onbes yil once dunyanin en pahali ve en gizli hazinesi bilgiye ulasimda artik esit kosullarda ve bedava. Kaba bir ornek vermek gerekrse, onceden cingeneler darbuka, cobanlar kaval, koyluler baglama calarlarken, zengin cocuklari flut, piyano ve keman calmak durumundaydi. Cunku cocugun babasi baglama calmayi ogrenmisti kendi babasindan ve oglunada onu ogretebilirdi ancak.
Simdi ise her turlu ogretmen ekrarnin oteki tarafinda, ve yetenekli isen ona ve daha fazlasina
ulasmanda onunde hic bir engel bulunmuyor.
Ayni sekilde firsat esitsizliginden bahsetmisken iyi okullarda okuyamayan cocuklar icin kolejin yerini bilgisayar, ogretmenin yerini arama motoru almis durumda.

Bu tabiki rekabetin, kavgalarin kayiplarin bitecegi anlamina gelmiyor. Evrenin ve doganin yok olmayacak unsurlari onlar ama sekil degistiriyor. Su siralar dunya kabul gununde, yeni zenginlerini yeni efendilerini agirliyor. Isin ilginc tarafi bu efendilarin bir sinifi korumalari gereken bir gelenekleride yok yarin ne olacaklarini bile kestiremiyorlar cunku.

Acikcasi bende kestiremiyorum yarin ne olacagini, ama dunun ve bugunun kavgalarinin bitecegini gorebiliyorum. Grev yapan isciler icin yada ezilenler icinse uzuluyorum sadece arada kaldiklari arada kaldigimiz icin, malesef tam iki cagin arasinda kaldik.

Wednesday, October 28, 2009

Vatan Hakkında

Siyasetle ugraşmaktan hiç haz etmedim aslında. Çok derin bir konu her an içinde boğulabilirim çünkü. Onun için bu yazdığımı siyasi bir yaklaşım değil ansiklopedik bir tanım olarak kabul ederseniz sevinirim.

Çok önce duyduğum ama anlamını geç kavradığım bir tanımdı arapçadan dilimize geçmiş vatan kelimesi. Vatanı bayrağı altında yaşadığımız yer olarak algılardım hep, bir gün birisi bana vatan arapçada ülke anlamına gelmez yaşanılan yer yani dünya anlamına gelir demişti.

Bu tanım hep aklımın bir köşesinde durdu fakat çok fazlada anlam verememiştim. Ben bu ülkede yaşadığıma göre burasıda benim vatanımdı ve vatan da kutsal ise burayı ne pahasına olursa olsun korumak görevimdi. Taa ki vatan kabul ettiğim topraklardan başka topraklara gelinceye kadar. Bugün tekrar bakmak istedim bu tanıma, acaba hakikaten vatan yoksa anladığım anlamdaki vatan değil miydi ve internette bir yazarın şu yazısını buldum kaynak olarak :

Arapça "vatan" kelimesinde, aynı ulusun vatandaşlarının yücelttikleri toprak parçası (teritoryal) anlamı yoktur. Vatan, kişinin doğup büyüdüğü, objeler dünyasına, taşına toprağına, havasına suyuna, yakın çevre insanlarına alıştığı, ünsiyet kazandığı (tavattun) küçük mahaldir.

Evet aynı şeyi söylüyordu, vatan insanın hayatını devam ettirdiği yer idi. Kutsal olan da aslında yaşanılan toprak değil hayattı. Yüceltilmesi gereken şey güreş müsabakalarından sonra göndere çekilen bayrak değil o bayrağın altında yaşayan insanlardı, onların şu dünya üzerinde ki geçirdikleri kısıtlı zamanda ki yaşayacakları hayatın standardlarıydı, onlar iyi şekilde yaşarlarsa zaten bayrakları da hep yukarı çekilirdi. Ben hiç gelişmemiş insanları iyi yaşamayan bir ülkenin olimpiyatlarda çok fazla madalya aldığına şahid olmadım çünkü, silah zoruyla spor yaptırılmıyorlarsa tabii.

Ömrü boyunca kira vererek yaşadığı toprak parçası üzerinde ki gecekondu ya da gecekondudan bozma apartmanın içinde yaşayanlara insanca yaşayacakları bir ev dahi veremeyecek kadar cimri bir vatan olabilir miydi? Sorulması gereken asıl soru budur belkide. Cevabı bulmak içinde çok uzaklara bakmaya gerek yok sanırım, Ege'den dürbünle bakınca görebiliyorsun çünkü herşeyi.

Saturday, January 12, 2008

Emek üzerine

Birşeyler mi başarmak istiyorsun
Emek
tek sözcüktür anlatan tüm hikayeyi
İçinden geldiği gibi ama hayal ederek sonunu
Vazgeçmiyerek yarı yolda
Ellerine ayaklarına kramplar girene dek
Acıdan bile keyif alarak
Bir hayali yaşayarak belki de.
Emek vermek tek kelimeyle
Anlatır tüm hikayeyi
Hem saygıyı hem de sevgiyi.

http://www.youtube.com/watch?v=uHWk34wUpCQ&feature=related
bu videonun bana çağrıştırdıkları.

Saturday, November 24, 2007

MESELELER

Bu yazıyı neden yazma ihtiyacı duydum bilmiyorum. Belki çevremdeki bilmiş, görmüş geçirmiş insanlardan sıkıldığım için belki de kısır çekişmelerin hayatımızı esir almasını hazmedemediğim için.

Ele almak istediğim konu gelişmişlik, gelişmemişlik ve bunun din ile ilişkisi. Günümüz Türkiye'sinde batılılar ve doğulular diye nitelendirebileceğimiz insanlar yer almakta. Batılılar eğitimleri, görgüleri ve hayat standartları dolayısıyla doğululara üstten bakmakta ve onlardan daha üstün olduklarını hissederek yaşamaktalar. Ne var ki bu üstün olma duygusunu doyasıya tadamamaktalar, doğulularla her an içiçe yaşamak zorunda oldukları için. Bu duruma sinirlenmekte ve bunu düzeltmek içinde birşeyler yapma gereği hissetmektedirler. Gazetelerde yazılar yazmak, akademik meclislerde sorunları gözönüne sermek, tartışmak, halkın tercih ettiği insanlara böcek gözüyle bakmakta bunlardan bazıları. Onlara hak vermemekte elde değil aslında. Bir ayağı Avrupa'da bir ayağı Türkiye'de çünkü çoğunun. Harcırah buldukları anda soluğu Paris'te, Budapeşte'de, Viyana'da almaktalar. Oradaki refahı ve kültür seviyesini gördükten sonra bu topraklarda birşeylerin yanlış olduğunu kolayca farkedebiliyor ve işin kötüsü yanlışı da tespit edebiliyorlar.

Ancak, kaçırdıkları bir nokta var. İçinde bulundukları toplumu iyisiyle, kötüsüyle, eğrisiyle doğrusuyla sevmeden yada en azından anlamadan toplumu değiştirmelerinin imkansız olduğu ve daha da önemlisi değişimin onların bekledikleri sürede olamayacağı gerçeğini. Bir bilgisayar uzmanı olarak herşeyi kontrol altında tutabildiğiniz bilgisayar projelerinin bile hedeflenen zamanı hiç bir zaman tutturulamadığı gerçeğinden yola çıkarsak, toplumsal alandaki projelerin bırakın kontrolü kaos düzeninde işlediğini bilince öngörülen zamanın en az bir kaç misli kendini aşacağını hesaba katmak zorundayız ve değişimin etkisinin tüm toplumda aynı anda gözlemlenemiyeceğinide.

Türkiye açısından değişim batıdan doğuya doğru olarak sıralı gerçekleşecektir. Bu belki yüzyıl sürecek belki elli yada yüzelli, burada amaç değişimin sonucunu görmektense, değişimi mümkün olduğunca hızlandırmaya çalışmak olmalıdır. Üniversiteye başörtüsüyle giren kızların başındaki örtüyü çıkarınca onların ve bir anda geldikleri yerdeki insanların bakış açısını değiştireceğini zannetmek bu değişimi biran önce görme isteğinden başka birşey değildir. Bu amaçsızca bir hareketten öte değişimi yavaşlatan bir harekettir aynı zamanda. Yapılması gereken o insanların neden o örtüyü takma ihtiyacı duyduğunu anlamaya çalışmaktır. Bu anlayışın sonucu iki türlü olabilir. Birincil olarak bunun tamamen inanç ile ilgili bir konu olduğu ve kişisel haklara saygı göstermekten başka çare olmadığı, ikinci sonuç ise bunun her ne kadar inanç meselesi olsa bile birileri tarafından yönlendirildiği bilinçli olarak öne çıkartıldığı ve toplumu meşgul ettirildiğidir. Çünkü başörtüsü islam dininin bir gerekliliği olsa bile kutsal kitabında yazan yüzlerce diğer gerekliliğinden daha önde değildir. En basitinden başkaları hakkında doğru yada yanlış onların bulunmadığı ortamda konuşmak gibi hepimizin istemedende olsa yaptığımız bir hareket bu örtü meselesinden binlerce kat daha fazla günah sayılmaktadır kutsal kitapta. Hangi kutupta yer alırsa alsınlar, insanlarımız bunu çoğunlukla gözardı etmekte ve birbirlerine görüşlerini empoze etmek için kıyasıya mücadele etmektedirler, hangi amaca hizmet ettiklerinin farkında olmadan. Oysa olması gereken bu görüşlerin herkezin özgürce girebildiği üniversitelerde aydın insanlar tarafından tartışılması ve karşıdaki insanları sorgulamaya itilmeye çalışılmasıdır. Sorgulama değişimin başlangıç noktalarındandır çünkü. Sorgulayan insan yanlışlıkları farkedip kendisi değişmek isteyecektir, ve doğası gereği değişim ancak bu şekilde olabilir zorlama ile değil. En basit örneği olarak, yıllar önce başörtü konusuna farklı bir bakış açısı getirip bunun kutsal kitabın ilk geldiği yıllarda ona inanan kadınlarla diğer kadınları ayırmak için bir simge olarak takıldığını söyleyen ilahiyat profesoru bir bilimkadını bunu söyledikten birkaç ay sonra elinde patlayan bir bombayla öldürülmüştür. Bu görüşü öne süren başörtülü kadınlarla dolu sınıfa ders veren bir ilahiyat profesoru olunca, sınıfındaki öğrencilerin sorgulamalarını bir düşünün. O sınıfta değişimin olmaması mümkün müdür? Bu değişim onları kullanmak isteyen insanları öylesine rahatsız etmiş ki anlaşılan çareyi onu susturup, sorunu kökünden halletmekte bulmuşlar. Çünkü geride donelerle tartışmak yerine, görüşlerini empoze etmeye çalışan bir yığın insan kalabalığı kalmıştır. Artık katillerin içi rahattır. Gençler "çağdaş bilim adamlarının" ve "cami hocalarının" elindedir. Bu tartışmada toplumu epey meşgul edecek ve onlara istediklerini yapma ortamı sağlayacaktır.

Bir akademisyen adayı olarak, bende insanların açık fikirli, olayların gerçeğini bilen ve ona göre kararlar veren kişiler olmasını istiyorum. Ama malesef içinde bulunduğumuz toplum benim istediğim gibi değil ve belkide öyle bir toplumu görmeye benim hayat sürem yetmiyecek. Genede benimle saatlerini geçirecek öğrencilere sağlayabileceğim tek fayda, önyargısız, araştırmacı ve bilimsel düşünmeyi onlara gösterebilmektir. Belki bazılarıda benim gibi düşünmek ister.