Saturday, November 24, 2007

MESELELER

Bu yazıyı neden yazma ihtiyacı duydum bilmiyorum. Belki çevremdeki bilmiş, görmüş geçirmiş insanlardan sıkıldığım için belki de kısır çekişmelerin hayatımızı esir almasını hazmedemediğim için.

Ele almak istediğim konu gelişmişlik, gelişmemişlik ve bunun din ile ilişkisi. Günümüz Türkiye'sinde batılılar ve doğulular diye nitelendirebileceğimiz insanlar yer almakta. Batılılar eğitimleri, görgüleri ve hayat standartları dolayısıyla doğululara üstten bakmakta ve onlardan daha üstün olduklarını hissederek yaşamaktalar. Ne var ki bu üstün olma duygusunu doyasıya tadamamaktalar, doğulularla her an içiçe yaşamak zorunda oldukları için. Bu duruma sinirlenmekte ve bunu düzeltmek içinde birşeyler yapma gereği hissetmektedirler. Gazetelerde yazılar yazmak, akademik meclislerde sorunları gözönüne sermek, tartışmak, halkın tercih ettiği insanlara böcek gözüyle bakmakta bunlardan bazıları. Onlara hak vermemekte elde değil aslında. Bir ayağı Avrupa'da bir ayağı Türkiye'de çünkü çoğunun. Harcırah buldukları anda soluğu Paris'te, Budapeşte'de, Viyana'da almaktalar. Oradaki refahı ve kültür seviyesini gördükten sonra bu topraklarda birşeylerin yanlış olduğunu kolayca farkedebiliyor ve işin kötüsü yanlışı da tespit edebiliyorlar.

Ancak, kaçırdıkları bir nokta var. İçinde bulundukları toplumu iyisiyle, kötüsüyle, eğrisiyle doğrusuyla sevmeden yada en azından anlamadan toplumu değiştirmelerinin imkansız olduğu ve daha da önemlisi değişimin onların bekledikleri sürede olamayacağı gerçeğini. Bir bilgisayar uzmanı olarak herşeyi kontrol altında tutabildiğiniz bilgisayar projelerinin bile hedeflenen zamanı hiç bir zaman tutturulamadığı gerçeğinden yola çıkarsak, toplumsal alandaki projelerin bırakın kontrolü kaos düzeninde işlediğini bilince öngörülen zamanın en az bir kaç misli kendini aşacağını hesaba katmak zorundayız ve değişimin etkisinin tüm toplumda aynı anda gözlemlenemiyeceğinide.

Türkiye açısından değişim batıdan doğuya doğru olarak sıralı gerçekleşecektir. Bu belki yüzyıl sürecek belki elli yada yüzelli, burada amaç değişimin sonucunu görmektense, değişimi mümkün olduğunca hızlandırmaya çalışmak olmalıdır. Üniversiteye başörtüsüyle giren kızların başındaki örtüyü çıkarınca onların ve bir anda geldikleri yerdeki insanların bakış açısını değiştireceğini zannetmek bu değişimi biran önce görme isteğinden başka birşey değildir. Bu amaçsızca bir hareketten öte değişimi yavaşlatan bir harekettir aynı zamanda. Yapılması gereken o insanların neden o örtüyü takma ihtiyacı duyduğunu anlamaya çalışmaktır. Bu anlayışın sonucu iki türlü olabilir. Birincil olarak bunun tamamen inanç ile ilgili bir konu olduğu ve kişisel haklara saygı göstermekten başka çare olmadığı, ikinci sonuç ise bunun her ne kadar inanç meselesi olsa bile birileri tarafından yönlendirildiği bilinçli olarak öne çıkartıldığı ve toplumu meşgul ettirildiğidir. Çünkü başörtüsü islam dininin bir gerekliliği olsa bile kutsal kitabında yazan yüzlerce diğer gerekliliğinden daha önde değildir. En basitinden başkaları hakkında doğru yada yanlış onların bulunmadığı ortamda konuşmak gibi hepimizin istemedende olsa yaptığımız bir hareket bu örtü meselesinden binlerce kat daha fazla günah sayılmaktadır kutsal kitapta. Hangi kutupta yer alırsa alsınlar, insanlarımız bunu çoğunlukla gözardı etmekte ve birbirlerine görüşlerini empoze etmek için kıyasıya mücadele etmektedirler, hangi amaca hizmet ettiklerinin farkında olmadan. Oysa olması gereken bu görüşlerin herkezin özgürce girebildiği üniversitelerde aydın insanlar tarafından tartışılması ve karşıdaki insanları sorgulamaya itilmeye çalışılmasıdır. Sorgulama değişimin başlangıç noktalarındandır çünkü. Sorgulayan insan yanlışlıkları farkedip kendisi değişmek isteyecektir, ve doğası gereği değişim ancak bu şekilde olabilir zorlama ile değil. En basit örneği olarak, yıllar önce başörtü konusuna farklı bir bakış açısı getirip bunun kutsal kitabın ilk geldiği yıllarda ona inanan kadınlarla diğer kadınları ayırmak için bir simge olarak takıldığını söyleyen ilahiyat profesoru bir bilimkadını bunu söyledikten birkaç ay sonra elinde patlayan bir bombayla öldürülmüştür. Bu görüşü öne süren başörtülü kadınlarla dolu sınıfa ders veren bir ilahiyat profesoru olunca, sınıfındaki öğrencilerin sorgulamalarını bir düşünün. O sınıfta değişimin olmaması mümkün müdür? Bu değişim onları kullanmak isteyen insanları öylesine rahatsız etmiş ki anlaşılan çareyi onu susturup, sorunu kökünden halletmekte bulmuşlar. Çünkü geride donelerle tartışmak yerine, görüşlerini empoze etmeye çalışan bir yığın insan kalabalığı kalmıştır. Artık katillerin içi rahattır. Gençler "çağdaş bilim adamlarının" ve "cami hocalarının" elindedir. Bu tartışmada toplumu epey meşgul edecek ve onlara istediklerini yapma ortamı sağlayacaktır.

Bir akademisyen adayı olarak, bende insanların açık fikirli, olayların gerçeğini bilen ve ona göre kararlar veren kişiler olmasını istiyorum. Ama malesef içinde bulunduğumuz toplum benim istediğim gibi değil ve belkide öyle bir toplumu görmeye benim hayat sürem yetmiyecek. Genede benimle saatlerini geçirecek öğrencilere sağlayabileceğim tek fayda, önyargısız, araştırmacı ve bilimsel düşünmeyi onlara gösterebilmektir. Belki bazılarıda benim gibi düşünmek ister.